10 Aralık 2011 Cumartesi

PuFFiN Okuyor...Yekta Kopan'dan Kediler Güzel Uyanır




KEDİLER GÜZEL UYANIR - YEKTA KOPAN
Romanlardan nefret ettiğim bir dönemde tanıştım Yekta Kopan’ın öykücülüğüyle… Neden mi nefret ettim? Son dönemde gördüğüm kitapların dış kapağından içini tahmin edebiliyor olmamdı nedeni, kesin bu böyle bir şey diyordum. Kötü olan şu ki kitap beni şaşırtmadan o doğrultuda devam ediyor, sonunda “Bu mu yani?” dedirtiyordu… Kimisi de kapağındaki beklentiyi karşılayamıyordu , dışındaki yazı içindekinden daha ilginç geliyordu…Bu tür kitapların sadece piyasa kitabı olduğunu anladım. Öyle işte sıkıldım, nefret ettim.
Tüyap ’ta Murat Gülsoy, Ayfer Tunç ile olan söyleşisini dinledikten sonra imza için sıraya girdim. “Edebiyatın Gayri Meşru Çocuğu Öykü” konuydu. Eğer her şey öykülemeyle başladıysa bence gayri meşru çocuk değil de, edebiyatın biraz uzakta kalan babasıydı. Ayfer Tunç feminen duruşuyla dikkatimi çekti. Öykü ile roman karşılaştırıldı. Öykü roman için basamak değildir vurgusu yapıldı. Esprili, tebessümlü güzel bir söyleşiydi. Yekta Kopan sayısal verilerden bahsetti biraz, 2009 yılında öykü satışlarının düştüğü söyledikten hemen sonra Murat Gülsoy’a dönerek “Biz o sene kitap yazmamış mıydık Murat?” diye espri yapması kimilerince anlaşılmadı.
Bunları söyledikten sonra kitapla ilgili yorumlarıma geçebilirim artık uzatmadan.


Öyküler. Kısa öyküler. Çok kısa öyküler.

İmzalı kitabımı-imzalı olması ayrı bir zevk veriyor- elime alıp okumaya başladım. Yavaş yavaş, sindire sindire… İlk öykünün, Bir Gün Sonra, tamamını beynime kazımak istedim. Salyangoz öyküsünde, son söze takıldım “Üstelik kabak haddinden fazla sarı…”.Hayır, kavun(du).Ama nedense zihnimde kabak olarak yankılandı. Anlam veremedim sanırım kabağı daha çok yakıştırdım. =) Tarçın adlı öyküye geldiğimde -daha da yavaşlıyorum- bir cümleye takılıyor, defalarca okuyorum; ”Parçalansa bedenim korkmam kaç kere yeniden çizdim kendimi defterlerime…” Daha fazla okuyamıyorum, sayfalar arasında gülümserken yüreğimin yavaşça ağırlaştığını hissediyorum. Tam da burada anlıyorum “kahkaha sanılanın hüznün ta kendisi” olduğunu…
Bir günde bitirmek gibi bir hedefim yoktu, yazarın oyununa dahil olmak istedim. Cümleler içinde kaybolacak, her cümle zihnimde yankılanıcaktı, düşünüp sözler ekleyecektim üstüne…
Bir diyet gerekiyorsa artık makarna yemem”… (Kendi diyetimi hatırlıyorum)Gerekli miydi? Evet… Ben de yemiyorum zaten… Herkese saçma gelse de yemiyorum çünkü bir diyet olmalı. Olmazsa ayıp olur…
Hemen hemen her öyküde duraksıyorum. Cümleleri kafama kazımaya çalışıyorum. Adeta iğneli bir daktilo gibi geliyor her bir öykü, arada sert vuruşlar yapıyor…
Pazar Günü’nü seviyorum.(diğerlerinden sonra daha insaflı geldi fazla acıtmadı yada alıştım ama alışmamalıyım).’Bir türlü başaramıyorum kızartma yapmayı, arızalarımdan biri de bu işte.’ Özellikle dikkat ediyorum bu cümleye beceriksizlik ya da yeteneksizlik demiyor, ”arıza” diyor çünkü önceden yapılabilenin(belki de çok kolayca) şimdi yapılamadığını kastediyor.
Seni bağırmak isterken de
KAYIP
ARAN
YOR!
Yazısına takılıyor bir ilginçlik arıyorum, eksik “I” harfinden başka bir şey göremiyorum.
Geometri de g’ler gözüme batıyor, pek de sevmiyorum.
Sıra ünlü Matruşka ya geldi. Daha bu öyküyü okumadan arkadaşlarıma gösterdim. Hayran kaldılar, ”bitirince ben de okuyayım o kitabı “ diyorlar. Sevinerek ‘Tamam’ dedim her birine.
Ben herkesin okuduğu şekilde okumadım bu öyküyü. Kalan kelimelerin bir cümle oluşturmasından daha önemli bir şey vardı.(olmalıydı)Yitirilenler! Sürekli arka sayfaya bakarak yitirilenleri bulup, işte yitirdiklerimiz ve kalanlar diyordum kendi kendime. Matruşka yı seviyorum, çok seviyorum.
Matematik de( belki biraz da abartı gelecek sizlere) en sondaki kodlamaya dikkat ediyorum. Dörtlü biçimde sınıflandırıyorum. En sona ‘0’ yalnız kalıyor. Önce rastgele yazıldı heralde diye düşünüyorum. İkili ikili baktığımda anlamlandırıyorum. En sona ‘hiç’ kalıyor…
Daha fazla öykü incelemek bu noktadan sonra yazıyı sıkabilir bu kadar kafi ….
Sevdim Yekta Kopan ’ın Kediler Güzel Uyanır ‘ını… Gülümsedim, acıdım, acıttı, hatırlattı, hatırladım…
Sıkmadı okurken, duru bir anlatımı vardı.
Her bir öykü ayrı güzel, her bir cümle... Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Tekrar tekrar okuyacağım kitaplar arasına girdi. Hayatın her bir anından kareler gibiydi, kimi kareler çok sevdiğimiz, kimisi önemsemediğimiz(ama bilinçaltına yerleşen),kimisi kimsenin görmesini istemediğimiz, bize özel sandığımız, unutmaya çalıştığımız, unutamadığımız…
Öyle işte, güzel kitap!

Şunu söylemeden geçemeyeceğim; twitterdan Yekta Kopan ’a kitap hakkında yapılan yorumları gördüm; ”bir solukta ya da bir çırpıda okudum.” tarzı şeyler. Bir an Yekta Kopan ’ın sesini duydum; ”Nasıl bir solukta okudunuz, ben zihninizin gerisinde sizle oyun oynamayı planlıyordum. Düşüne düşüne okumanızı bekliyordum. ”Demediyse de ben olsam derdim. Çünkü öyküler, kısa öyküler, çok kısa öyküler ama düşünce dünyası geniş öyküler…

“…Dört dörtlük okur olmak gibi bir kaygım yok. Böyleyim ben; ”bildiğimi okuyorum”…


Hiç yorum yok: